Özgür Olmak İstedim, Bak Neler Oldu!

‘ Hareket etmeyen, zincirlerini fark edemez. ‘ Rosa Luxemburg.

Yürümeye başladığımız andan itibaren sürekli bir hareket içindeyiz. Hareket etmemizin en büyük amacı keşfetmek ve ihtiyaçlarımızı karşılamak. İşte bu bize verilmiş en büyük özgürlük. Kucaklarda taşınmak da harika bir duyguydu eminim ki, sürekli ayakların havada, güç harcamadan oradan oraya götürülmek muhteşem bir keyif. Peki o gidilen yerin tersinde ise ihtiyaç duyduğun, gerçekte ulaşmak istediğin… İşte ben o zaman özgür olmak istedim ve yürümeyi seçtim.

Yürümeyi öğrenmekle başladı zihnin, bedenin, kalbin ve ruhun özgürlük deneyimi. Keşfetmenin tam zevkini çıkarırken okula gönderdiler. Alanım genişledi, yeni insanlarla tanıştım, tam olarak özgür olmam için okulu bitirmem gerektiğini fark ettim. Ne zamanki çalışmaya, kendi paramı kazanmaya başladım, ve işte artık özgürüm dedim; sabah akşam aynı yere kurallar dahilinde yapmam gerekenleri gerçekleştirmek için gidip gelmeye başladım. Sonra asıl hareketin sadece zihin ve bedenden değil kalp ve ruhtan geldiğini anladım.

Özgür olmak ne demek senin için? 

Elimizden düşmeyen telefonlarımızda ‘o bunu yapmış, şu bunu giymiş’ dertlenmesi içindeysen; ‘benim neyim eksik, benim de olmalı, bende yapmalıyım’ sözlerini zihinsel olarak tekrarlıyorsan, ‘Bak herkes tatile çıkmış, neden ben halen evimde oturup bir yerlere gitmiyor ve oralardan fotolar paylaşmıyorum’ soruları ile kendini sorguluyorsan, ‘freelance’ çalışmak riskli, ne varsa kurumsal da var, düzenli maaşını alacaksın yoluna devam edeceksin’ diyerek sevmediğin işlerde çalışmaya devam ediyorsan, yaş gelmiş 40’a hiç evlenmemişsin, o zaman sende bir sorun var sözlerinden dertleniyorsan… Yaşamının böyle ya da şöyle olması gerektiğinin peşinde koşturmayı seçiyorsan, o zaman özgür değilsin.  

İsyan etmekle elde edeceksen özgürlüğünü durma kır zincirlerini. Normların ötesinde olduğunun altını çizmek istiyorsan ailenin ve çevrenin senden beklediklerini artık bir kenara kaldır ve kendi isteklerinin, ihtiyaçlarının ne olduğunu keşfetmeye doğru yola çık. Kendi gerçeğini keşfettiğin an, kendi hayallerine doğru yola çıkarsın işte o zaman kendi özgün sesini bulursun.

Kontrol etmekten vazgeçtiğimizde, özgürleşiriz. 

Bağımlılıklarımızdan, takıntılarımızdan vazgeçmedikçe nasıl özgürleşiriz. Alkol veya uyuşturucudan hatta sigaradan bile bahsetmiyorum. Zayıf olmam, güzel görünmem, şık olmam, iyi olmam, sakin olmam, başarılı olmam, mutlu olmam lazım emir kiplerini sürekli zihininde tekrarlamandan bahsetiyorum.

‘Akıl sana ait değilse, ruhun özgür kalmaz’ 

Düşüncelerimiz gerçeğimizi yaratıyor. O zaman neden halen kendini suçluyor ve yaptıklarından utanç duyuyorsun? Seni bugüne getiren hataların. 99 hata sonunda 100.’de başarılı oluyorsan, o zaman başarılısın. Neden kendine hata yapma fırsatını vermiyorsun?

Bu anda olma farkındalığını yaşamına kattıkça zihinin sınırlarından özgürleşirsin. Zihninde ve bedeninde tutmaya devam ettiğin utançtan, suçluluk duygusunun bu anla ne ilişkisi var? Dünde kalanın bugüne devam etmesinin ne yararı var?

Hayal ettiklerinden uzaklaştıran, seni sınırlayan düşüncelerle bağını keserek; zihnin, bedenin ve ruhunun gerçek mucizelere açılan kapının anahtarları olduğunu fark etmemek için direniyorsan, o zaman sen özgür değilsin.

Güneşin gökyüzünde olduğunu nasıl anlarsın? Gölgelerden… Işık, karanlık olmadan var olamadığına göre sen de utanç duymak yerine kendi gölgeni, kendi karanlığını kabullenmekle ilk adımı at.

Kendini olduğun gibi kabullenmek ve sevmek bu kadar zor mu? 

Paradoks içinde yaşıyoruz. En yüksek düzeyde birbirimize bağlıyız, aynı zamanda birbirimizden uzaktayız, hatta izole durumdayız. Bir çoğumuz en değerli zamanlarını elde tutulan ekranın karşısında ‘küresel köyünde’ harcıyor; oyun oynuyor, video izliyor, fotoğraflara bakıyor, kim ne yapmış takip ediyor, cevaplar arıyor. Birbirimizle olan bağlantıyı bu ekranlar üzerinden yaratmaya çalışırken kendimizle olan bağı derinden kopardığımızı fark edemiyoruz. Dinlemeyi unutuyoruz. Kendi kendimizi zincirlere bağlıyor ve bu zincirlerle yalancı özgürlüğümüzün keyfini yaşıyoruz.

Tek tuşla dünyanın öbür ucuna bağlanırken, aynı tuş içimizi boşaltıp bizi yalnızlaştırıyor. Boşalan alanı doldurmak için dışardakine ihtiyaç duymaktan öte, bağımlı durumuna geçiyoruz. Sen kendinden, özünden uzaklaşırken, dışarıya bağımlı olurken gerçek özgürlüğü nasıl yaşarsın? Senin için boş değil, gerçek dostun orada seni bekliyor. Onu dinlediğini ve sevdiğini söylemen ortaya çıkması için yeterli. 

Özgür olmak seçimin oldukça, sen kendi evine dönersin. Gerçek sen her şeye yetersin, tamsın, bütünsün. Senin tamamlanman için bir şeye ihtiyacın yok, çünkü zaten her şey senin içinde var. İnsan içinde Bütün olduğunda güven kendiliğinden gelişir. İşte o zaman başkasına, dış koşullara bağımlı olmaz, o zaman özgürlük korkutucu veya rahatsız edici olmak yerine heyecan verici olur.  

Doğduğumuz andan itibaren bize verilmiş en büyük hazine kendimiziz. Kendimizle olan ilişkimiz ne kadar gerçek, ne kadar sevgi dolu olursa çevremizdeki ilişkilerde aynı şekilde çiçeklenir, gelişir ve güçlenir. Artık bağlı olduklarımızdan beslenme ihtiyacımız kalmaz çünkü zaten kendimize yeteriz.

 

Benim için özgürlük; her şeyi kontrol edemediğimin farkındalığı. Benim için özgür olmak yoga yapmak. Kendi bedenimi tanıdıkça zihnimi, ruhumu ve kalbimi tanıma fırsatına erişmiş olmak. Nefesimin özüme giden yoldaki eşsiz araç olduğunu keşfetmek.

Yoga ile önce bedenden yola çıkıyorsun, gerçek olan bedenin farkındalığı ile ortaya çıkıyor. Çünkü ben bedenim değilim, ben zihnim değil; hepsiyim ve daha fazlasıyım. Yoga, zihnin, bedenin, kalbin ve ruhun birlikteliğinin kutlaması. Yoga, benden de yüce olanla kavuşma aracı. İşte o kavuşma ile de özgürleşir insan.

İşin özü, kendin ol, özgür ol… 😉