‘Tabii ki başarının herhangi bir formülü yok. Yaşamı ve beraberinde getirdiklerini koşulsuz kabullenmek aranılan cevap olabilir.’ Arthur Rubinstein.
Kabullenmek sizce nedir? 20. yüzyılın en iyi piyanistlerinden biri olarak kabul edilen Rubinstein başarının arkasında yatan nedenlerin başında gelen koşulsuz kabullenmenin altını çizmiş. Rubinstein ünlü bir piyanist olmadan önce yaşadığı ilk çocukluk yılları onun için kabullenmenin neden önemli olduğunu gösteriyor. 3 yaşına kadar konuşmamış olan Rubinstein, köşesine çekilmek yerine bu süreci duyduğu sesleri taklit ederek geçirmiş. Belki de bu taklit yeteneği ile sesleri algılama kapasitesini arttırdı. Kimbilir 🙂 Bir dipnot olarak belirtmek isterim ki ünlü piyanistin çocukluğu Albert Einstein benzerlik göstermektedir. (vikipedi)
Sözlük anlamı olarak kabullenme, rahatsızlık yaratan düşünceler, duygular ya da koşullarla başa çıkabilmenin alternatif bir yoludur. Bayağı ciddi durum yani… Savunma mekanizması gelişmiş olan insanoğlu nasıl rahatsızlık yaratan durumlara karşı koyabilecek?
İnsan yaratıldığı zamandan itibaren yaşamak için bedenini koruması gerektiği bilinçaltında varolmuş. Yoksa nasıl ateşi bulabilir, beslenmek için avlanabilir ve ona saldıran hayvanlara karşı koyabilir? Hiç tanımadığı bir yere doğan bebeğin ilk ağlayışının sebeplerinden birinin aslında korku ile tepki olduğunu söylüyor uzmanlar. Dünyaya geldiği için mutluluk çığlığı atan fazla bebek olduğunu sanmıyorum. Korkmakta haklı, korunduğu ve güvende olduğu yerden dışarı çıkıyor. Aldığı nefes farklı, gördükleri farklı, duydukları farklı… kısaca her şey farklı. İşte kabullenmek bu anda başlıyor aslında. Şanslıyız ki başlıyor. Yoksa nasıl doğduğumuz dünyada gelişir ve büyürüz?
Zaman içinde bedensel savunma yerini duygusal anlamda kendini korumaya doğru yönelmiş. Yeni yüzyılın belki gelişmişliğin etkisi. Bedenin savunma mekanizması, yaşam güdüsü yerini duygusal anlamda savunmaya teslim etmiş. Çocukluk yıllarından itibaren tanımlayamadığı ve üstesinden gelemediği duygulara karşı kendini korumak ve yaşama devam etmek için başa çıkmak yerine içe kapanmayı, duyguları reddetmeyi, yaşadığı durumlara karşı tepki vermeyi seçmiş. Bedensel mücadele yerini duygusal olana bırakmış.
Kabullenmek denince son yıllarda en keyifle izlediğim The Big Bang Theory komedi dizisindeki ana karakterlerden Sheldon aklıma geliyor. Bilimadamı ve üstün zekalı Sheldon’ın bizleri güldüren tepkileri var. Bunların arasında beni en çok güldüren aynı zamanda düşündüreni ise kabullenmek konusunda ortaya serdiği reaksiyonlar.
Alışmış olduğu durumdan başka bir duruma geçiş Sheldon’a göre değil. Onun yaşamı alışkanlıkları üzerine kurulu. Haftanın her günü için sabah ve akşam yediği yemek belli olmakla beraber nerede yiyeceği çizelge şeklinde belirlenmiş. Kahvesini nasıl içeceğinden tuvalete sabah kaçta gitmesi gerektiğine kadar planlı. Evdeki koltuktaki yeri bile belli. Kısaca her şeyi alışkanlıkları üzerine kurulu yaşıyor.
Dizinin komik durumları ise Sheldon’ın kendisi ve arkadaşları ile yaşadığı durumlarla ortaya çıkıyor. O kuralları ve alışkanlıkları ile planlı bir şekilde yaşamaya çalışırken yaşam onun beklemediği sürprizleri karşısına çıkıyor.
Ev arkadaşının evlenmesine mutlu olmasına rağmen onun karısı ile beraber yaşamak için evden ayrılmasına dayanamıyor. Bir şekilde haftanın üç günü arkadaşı karısını evde kalmaya ikna ediyor. Kalmadıkları zamanda o onlarla kalıyor. Bir sevgilisinin olmasını kabullenmek onun yıllarını aldı. Tam oldu derken sevgilisi onu terk etti. Ve tabii onunla ayrılmış olmak Sheldon için zor bir süreç oldu. Ne kadar zeki olsada duygular bir bilimadamı olarak duyguların teoremini çözemiyor. Çünkü kabullenmemek için elinden geleni yapıyor. Kabullenmek yerine durumla mücadele ediyor, reddediyor ve reaksiyon gösteriyor. Savunmasız bir çocuk gibi davranıyor. Dizinin yaklaşık her bölümünde onun yaşadığı kabullenme çilesi hepimizi güldürüyor. Yaşamın kontrol edilebilir olması, planladığı gibi gitmesi onun için önemli. Belki de bu yüzden sürekli belirli konularda sözleşmeler hazırlayıp imzalatıyor.
Aslında hepsi bir çoğumuza göre eminim normal durumlar, kabullenmekte sıkıntı yaşamayız diyeceğimiz koşullar. Fakat fazla emin olmamak lazım. En yakın arkadaşınız evlendiğinde ne hissettiğinizi hatırlayın veya sevdiğiniz restoran kapandığında veya yeni bir şehire taşınmak konusunda fikirlerinize bir göz atın… En basiti her gün oynadığı oyuncağını kaybeden çocukların verdiği tepkilere bir göz atın…
Yeni bir sevgilinin yaşamına girmesi ne harikadır peki onunla beraber değişen yaşamına olan tepkin nasıl? Her sabah alışmış olduğun düzenden farklısı seni bekliyor olabilir işte burada ne yapacaksın? Ve tabii ayrılıklar… Kabullenmenin zorluğu duygusal yoğunluğun acı verici duruma gelmesi ile ortaya çıkıyor. Sheldon örneği tabii uçlarda. Normal yaşamda insan duygular, düşünceler ve koşullar karşısında reaksiyon vermeyi, mücadele etmeyi daha sık tercih ediyor. Sonuçta yaşama güdüsü var ve bunlar onun yaşamını tehdit ediyor… Peki gerçekten tehdit ediyor mu?
Düşünceleri veya duyguları yok etmek mümkün değildir. Yaşamı kontrol etmek de aynı şekilde mümkün değildir. Yaşamın yüzde 10’u kontrol edilebilir, geri kalan yüzde doksanı ise bizim verdiğimiz tepkilere bağlı olarak şekilleniyor. Kısacası her şey bizim olaylara, duygulara ve koşullara verdiğimiz tepkilerle belirleniyor. Şartları değiştirmek için ise önce kabullenmemiz gerekiyor.
Kabullenmek, hoşa gitmeyen şeyleri beğenmek ya da herşeye karşı pasif bir tutum takınmak anlamına da gelmiyor. Kabullenmenin anlamı, rahatsızlık verselerde, hoşa gitmeyen olaylara, kişilere, durumlara ve duygulara yer açmak ve bunlarla uzlaşabilmek diyor uzmanlar.
Yaşamın güzelliğin bir parçası onun tahmin edilebilir olmamasından ortaya çıkıyor. Hiç bir şey kalıcı değil, her şey değişiyor aynı bedenlerimiz gibi. Deepak’s Chopra’nın The 7 Laws of Spiritual Success kitabında belirttiği gibi gelecekte farklı olmasını istiyor olabilir fakat şimdide ne yaşanıyor ve oluyorsa onları oldukları gibi kabullenmemiz gerekiyor. Bu şekilde yaşam bir mücadele olmaktan çıkar. Kabullendiğin ne varsa onu gelecekte farklılaştırma şansın da artar. Kabullenmediğin bir şeyi değiştiremezsin ki..
Oscar ödüllü 2008 yılı yapımı The Curious Case of Benjamin Button filmini geçenlerde bir kez daha izledim. Filmi ilk izlediğimde harika bir aşk hikayesi gibi gelmişti. Şimdi aradan 8 yıl geçtikten sonra izlediğimde ise kabullenme üzerine mesajlar yayan bir film olduğunu fark ettim. Yaşamı tam tersine yaşayan bir adamın hikayesi anlatılıyor. Yaşlı doğuyor ve çocuk ölüyor. Beraber büyüdüğü insanlar o gençleşirken yaşlanıyor ve ölüyor. Çok küçük yaşta ölümün gerçekliğini yaşamın bir parçası olduğunu kabul ediyor. Yaşadığı duruma teslim olmak dışında yapacağı bir şey yok. Ve bu şekilde yaşamını dolu dolu yaşıyor.
Nasıl gençken aşık olduğumuzda ayrılmak zor gelir ve sonra ayrıldığımızda bir daha kimseyi sevemeyiz deriz ya… Hepimiz sonrasında daha da mutlu eden aşklar yaşamadık mı? Eşlerimizi bulmadık mı?
Kabullenmek bir seçim- başta zor gelebilecek bir seçim. Bir probleme karşı ya onu kabul edip pozitif olanı görürüz veya ona karşı savaş açıp mutsuz olup evrenle mücadeleye gireriz. Mutlu olmayı hissetmekten ötesine doğru giden yoldur kabullenmek. Gerçekten mutlu biri olursun, sadece hissetmekle kalmazsın.
Sana kapanmış kapılara bakakalmak veya onları açmaya çalışırken yaralanmak yerine bir çevrene bak ve sana açık olan diğer penceleri fark et.