Geçen sene özel bir davetle katıldığım alışveriş partisinde her şey başladı. Günlerce medyada gördüğünüz, insanların bir anlamda yağmaladığı ve batan geminin mallarına hücum eder gibi saldırdığı markanın özel üretim koleksiyonundan bahsediyorum. Şimdi burada isim vermem doğru olmaz ama siz az çok tahmin etmişsinizdir, özellikle yazımı okuyan bayanlar.
Günler öncesinden aldığım davetiye ve koleksiyonun yayınlanan iştah kabartan reklamları ile merak başladı. Heyecanımı arttıran ise uzun zamandır hayal ettiğim tarzda deri ceketin de o koleksiyonda yer almasyıdı. Bu arada alışveriş partisinden 2-3 gün önce özel olarak düzenlenen lansman davetinde de ceketi deneme fırsatım olmuş ve aynaya bakarak kendimi harika hissetmiştim. Instagramda paylaştığım fotoğrafla da övgüler alınca o ceketi satın alma arzusu giderek kabarmıştı. Dokunduğum an yumuşacık derisi, bedenimi harika göstermesi, hatta kokusu bile alışveriş partisi olacağı güne kadar aklımdan çıkmamıştı. O ceket, hayallerimin odak noktasına, amaçlarımdan biri durumuna dönüşmüştü. Sanki yapacak, düşünecek başka bir işim yok gibi ceketin hayalini kuruyordum. Alışveriş partisine giden sayılı konuklardan biriydim, veya kendimi o statüye koymaya çalışıyordum. Davetin olduğu gün sırada beklerken yarattığım illüzyonlarla yüzleşme fırsatım da oldu. 🙂
Beklenti ve Arzu
Mağzanın önündeki sırayı gördüğümde şaşkınlıkla hayallerime ulaşamayacak mıyım soruları birbirinin içine girdi. Kaç gündür o günü yaşamış ve ceketi giydiğimin hayalleri ile dolaşmıştım. Sonra kapı açıldı ve çığlıklarla içeri doğru koşuldu. Bir an blogger havasına girerek cep telefonumla o anı kayıt etmeye başladım. Tabii ben kayıt yaparken her şey kapış kapış gidiyor, eşyalar havalarda uçuyor, insanlar birbirlerini iterek önüne ne gelirse alıyordu.
Bir an baktım kemerler ve bir kaç aksesuar dışında alınacak bir şey kalmamıştı. Her şey 1-2 dakika içinde oldu, 5 dakika bile sürmedi. Boş boş bakarak, rafta duran kemer kutusunu aldım ve kasaya doğru ilerlemeye başladım. Bu arada beden bile bakmadan eşyalara saldıranlar soyunma kabininde denemeler yapıyor, birbirleri arasında değiş tokuş gerçekleştiriyordu. Yanımdan geçen birinin elinde ceketi gördüm. O bir an onun elinden kapıp koşmak geldi içimden 🙂 Tabii yapamadım.
Kaderime razı olup kasaya doğru ilerledim. Şansa bakın önümdeki bayanın elinde tam benim bedenimde o ceket vardı. Kasadaki sıra bana gelene kadar ceketle ilgili yapamadığım keşkelerimle bekledim. Telefonumla kayıt yapacağıma bende saldırıda olsaydım. Veya biri ile anlaşıp organize olarak saldırıya geçseydik. (Bir çok kendince kurulmuş alışveriş örgütleri vardı içerde) Keşkeler hiç bitmez ve o an hiç bitmedi. Sonunda kendime kızmaya kadar ilerledi hatta bir an kaderimin bahtsızlığına doğru kayıp gidiverdi.
Beklenti ve Arzu
Ben o cekete bağlanmıştım. Onu odak noktası yaparak, ona sahip olma beklentisi oluşturmuştum. Buna benzer durumları ilişkilerimizde, işlerimizde, kısacası yaşamlarımızın farklı alanlarında farklı şekillerde yaşayabiliriz. Bağlandığınız, hayallerini kurduğunuz ve arzuladığınız bir işin başkasına verilmesi ile ilişki yaşamayı hayal edip sizin yerinize başkasını seçen kadın veya erkeğe karşı beslediğiniz benzer hisler bunlar aslında. Tamamlanmamış, eksik kalmış, sonuç alınamamış beklentiler. Arzu nesnesi durumuna geçtikleri zaman da sonunda kızgınlık, öfke duyabileceğimiz hisler.
Beklentilerle beraber oluşan arzulama durumu boşluklarımızı doldurmak için hayatımızda varlar. Onların gerçekleşmemesi durumunda da yıkıma, acı duymaya, kendini yetersiz hissetmeye kadar götürebilecek dipsiz bir kuyu. Duyuların kontrolünde yaratılan beklentilerle oluşan arzular sonucu aklımızda bedenimizden ruhumuzdan kopup gidiyor. Bağlanmanın yarattığı etkiler.
Bir insan duyularının peşinden koşup arzu nesneleri yaratırsa, onun içinde o nesnelere karşı bağlanma oluşur, bağlanmaktan arzu ortaya çıkar, arzudan öfke oluşur. Öfke yanılgı, yanılgı aklın karışması ve farkındalığın kaybolmasına yol açar. Ayrımsama gücü bittiğinde de insan yok olur. (Bhagavad Gita 2:62–63)
Beklenti ve Arzu
Bu durumları gün içinde küçük şeylerle bile yaşayabiliyoruz. Keşkeler veya böyle olsaydılar gün içinde bazen sıklıkla kullandığımız cümlelere dönüşebiliyor. Keşke şu sözü söylemeseydim de ayrılmasaydık. Keşke sabah gelseydim de bu kadar sıra olmasaydı. Ben şimdi bu yemeği yemeseydim, rejimime devam ediyor olacaktım. Dün gece sabahlara kadar içmeseydim de sabah toplantıda uyuklamasaydım…
Anda kalmayı kaçırmakla beraber (çünkü o sırada gelecekteki bir anın hayalini kuruyoruz) merkezimizden uzaklaşıyoruz. Eğer bir duruma, bir kişiye, bir şeye bağlandıysak dünya üzerindeki varlığımızın devamı da tehdit oluşturuyor. Her şey yaşamda geçici, kalıcı hiç bir şey yok. Geçici olana bağlanarak boşluklarımızı doldurmak yerine bırak boş kalsın. Aslında boş kalmıyor çünkü orada her zaman sevgi var. Kendi varlığımızın, ruhumuzun özündeki sevginin o boşlukları doldurmasına izin vererek, bu sevgiyi çevremizle paylaşarak yaşamda mutlu olmak var.
Şimdi bu tarz bir bağlanma etkisinin farkına vardığımda derin nefes alıyorum ve kendime soruyorum. 10 yıl sonra bunun önemi kalacak mı? Bir yıl sonra kalacak mı? Peki bir saat sonra kalacak mı? O zaman neden dengemi kaybediyorum ki? Gerçekten bir anlamı varsa ve önemliyse, üzerinde herhangi bir kontrolümün olmadığının farkındaysam, kendimi yiyip bitirmek yerine onun gitmesine izin veriyorum. Ona tutundukça duyularım beni kontrol edecek. Onu bırakırsam ve kendi gerçek benliğimle merkezlenirsem, o zaman hiç bir şey bana boyun eğdiremez. Çünkü ne zaman bıraksam daha iyisi yaşamıma giriyor. Yazıldığı kadar kolay olmadığı anlarda oluyor ama sonunda oluyor.
Beklenti ve Arzu
O ceketi alamadım belki ama farkında olmadan aldığım kemeri sonrasında Amerika’da ebayde ödediğim rakamın 100 katına satmayı becerdim. Bana bu öneriyi yapan da kemeri hediye ettiğim arkadaşımdı. Çok sevmesemde aylarca rafta durması benim için bir anlam ifade ediyordu. Sonunda ceket olmadı ama bir şeye ulaştım diyordu bana kemer. Ve ne zaman ondan vazgeçtim, birine vermek istedim bana farklı bir şekilde geri dönüş yaptı.