Yaklaşık yirmi sene önce, bayram tatilimin ardından üniversiteyi okuduğum Kıbrıs’a dönüşümün ertesi günü, dersimin ortasında arka sıradaki bir el omuzuma dokunarak ‘ablan sınıfa doğru koşuyor, baksana’ diye sessizliğin içine haykırdı. Sınıftakiler ablamı tanırdı, ikimizinde kampüsü aynı yerdeydi fakat fakülte binalarımız farklıydı. Muhtemelen evin anahtarını unuttu, benden almaya geliyor diye düşündüm. Kapıyı çalıp hocanın yanına gitti, kulağına bir şeyler fısıldadı, hoca bana şaşkınlık ve korku ifadesi ile dönerek ‘Meltem, ablanla çıkabilirsin’ dediği anda anahtardan daha fazlası olduğuna dair bir his içimi kurcalamaya başladı. Anahtar almayacak mıydı, neden benimde çıkmam gerekiyor sorularımın eşliğinde sınıftaki eşyalarımı toparlayıp ablamın yanına gittim. Ablam ellerimi tuttu, ‘şimdi sana bir şey söyleyeceğim fakat korkma, endişelenme lütfen. Sabah biz okula gittikten kısa süre sonra yangın çıkmış, şansa fark edildi, fazla yayılmadan itfaiye söndürdü, fakat görüntü pek hoş değil. Evde çok büyük bir şey yok fakat, senin odan çok iyi durumda değil, ama önemli bir şey yok, merak etme.’ dedi ve bana sarıldı. Ne söylemem gerektiğine dair bir kayıt bulamadım. Sessizleştim, şaşkınlığımdan; kalbim gümbür gümbür atmaya başladı, merakımdan; dizlerim titremeye başladı, kaygımdan; gözlerim doldu, benim başıma gelmesinin isyanından.
Oturduğumuz sokağa yaklaşırken, arabanın açık camından burnuma gelen kokunun ortaya çıktığı yeri gördüğümde ellerimi ve çenemi bilinçsizce kaygının etkisinde sıkmışım. Ertesi sabah uyandığımda ellerimdeki tırnak izlerinden ve çenemin ağrısından fark ettim. Apartmandan içeri girip kapımızın önüne geldiğimizde etraftaki keskin koku ve dumanlar nefes almamızı zorlaştırdı. Midemizi alt üst eden koku, gözlerimizi yakan duman ve ayak bileklerimize kadar ıslandığımız suyun içinde ilerleyerek siyahlara bürünmüş odamı gördüğümde hareketsiz kalarak hissizleştim. Hareket etmek istedim, olamadı, bacaklarım ilerlemek istemiyordu. Saate baktım, akrep ve yelkovan hareketsiz, aynı benim gibi, bu şekilde kaldıkça da gördüklerimin etkisi zayıflamaya başladı. Her şey giderek bulanıklaştı, ve sis bulutu içinden dün akşam eve gelişimi film şeridi gibi izlemeye başladım. Tatilden dönüşte 3 gündür boşaltamadığım bavulumu gece yarısına kadar özenle dolaba yerleştirişimi izliyorum. Uzak bir zaman değil, saatler önce dolabımda kıyafetlerim özenle dizilmiş, yatağımın altına alfabetik sıra ile ders notlarım dosyalanmış; günlüklerim yazıldıkları yıllara göre sıralanmış, hepsi gözümün önünden geçiyor. Halen hareketsizim, nefes alıp verdiğim konusunda da emin değilim. Odamdan beni çıkardıklarında oturduğumuz apartmanın alt katında şansımıza boş olan daireye yerleşmemizi söylediler. Hayır diyecek herhangi bir durum yok, yerleşecek eşyanın olmaması gibi, sen iyisin diyorlar, evet şanslıyım, içinde değildim, fakat düzenim bozuldu, planlarım dağıldı, o donduğum halden şimdi isyan halime geçiyorum. İsyan ettikçe öfke artıyor, bu öfke genişliyor ve yanan dosyalarıma karşılık okula artık gitmek istemiyorum, yanan elbiselerime karşılık artık dışarı çıkmak istemiyorum, yanan günlüklerime karşılık artık yaşamın içinde kalmak istemiyorum; her şeyin ne kadar anlamsız geldiğini düşünüyorum. Anlam aramıyorum; bundan sonrası için tek isteğim; düzene karşı gelmek.
Yirmi sene önce yaşadığım deneyimle beynim bir çok farklı konuda bilgi sahibi oldu; bazı dersler yararlı olduğunu kanıtlarken, bazıları çok da önemli olmadığını kanıtladı. Örneğin beynimin öğrendikleri;
- Elektrik kablosunu açıkta bırakmak tehlikelidir (yararlı)
- Tehlikeli veya alışılmışın dışında bir olay olduğunda donmak, hareketsiz kalmak işe yarar (bazı zamanlar için yararlı)
- Plan yapmamalı çünkü bozulabilir (kimi zaman yararlı)
- Dosyalarını yatak altında saklamamalı. (yararlı)
- Zorlu durumlardan kaçmak veya savaşmak fayda yerine zarar verir. (yararlı)
- Donma eyleminden sonra çöküş olabilir. Ve bu şekilde ileriki dönemlerde kendine zarar verebilirsin. (yararlı)
- Düzenli, sorumlu ve planlı olmanın yaşamın akışında her zaman faydası olmayabilir. (yararlı)
- Ateş dönüştürür. (yararlı)
Bu öğrenme deneyimleri beyinlerimizde doğal bir şekilde gerçekleşmektedir. Beynimiz sürekli etrafımızda tehlike var mı yok mu seçimini yaparken, bundan sonrasında neyi yapması gerekli veya yapmaması gerekli karar vermeye çalışıyor. Kendimizi korumamız için beyinlerimizde oluşmuş sistem ekstra bir çabaya ihtiyaç olmadan gerçekleşir. Beynin primitive olan kısmı (reflekslerin kontrolünü yapan yer) tehlike anlarımızda kaç, savaş, ve don tepkisini verir. Bilinçli zihin devreye girmeden gerçekleşen bu işlem sonunda biz deneyimlerimizden sağsalim çıkarsak aklımızın bilinçli kısmı (prefrontal korteks) sonuca varmaya ve bundan ders çıkarmaya yönelik davranış sergiler. Eğer çocuğumuz olursa veya varsa, PFK bu derslerin çocuğumuza aktarılmasından emin olan merkez durumuna gelir.
Prefrontal Korteks, geçmiş deneyimlere dayanarak bilgileri işlemememize ve gelecek için plan yapmamıza yardımcı olur. ”PFK’imiz net tahminler yapabilmesi için net bilgiye ihtiyacı var. Eğer bilgide eksiklik varsa, PFK neler olabileceğine dair bize uyarımlar iletir ki bu sayede net tahminler yapabilelim. Bunu da birbirine benzer geçmiş olayları simüle ederek yapar. ” diyor Judson Brewster MD, Ph.D.
Anksiyete >> PFK’nin gelecek için tahmin yaparken yeterli bilgisi yoksa anksiyete ortaya çıkar. Hayatta kalmamız için çalışan beynimizin primitive kısmı doğal olarak korku dolu ve her daim en kötüyü beklemeye odaklı. Prefrontal Sentezleme daha fazla mantıkla hareket eder; durumu biraz daha netlikle kavrar ve ”Evin güvenli, yatağına gidebilirsin” der. Eğer PFK yeterli bilgiye sahip değilse veya belirsizlik ortaya çıkmışsa (örneğin gecenin ikisinde garip bir sesin duyulması gibi), PFK hemen farklı farklı senaryoları karşımıza çıkarır! (acaba fırtına mı var? ya da kedi mi? ya da yabancı biri mi? ) Alarm seviyesi yükselir, korku ile belirsizlik el ele vererek anksiyetenin artmasına sebep olur. PFK’nın güvende olduğumuza emin olması için daha fazla bilgiye ihtiyacı var. Bu sebeple de sesin geldiği yere gitmemiz gerekir. Sesin kaynağı belirlendiğinde (kedi saksıyı devirmiş) PFK tatmin olur ve endişe butonu pasif hale gelir. Buna rağmen biz stres hormonlarının bedenlerimiz içindeki hareketini hissetmeye devam ederiz.
Endişe düğmesini kapatabilmemiz için yeterli geçmiş deneyim veya net bilgiye her zaman sahip olamayabiliriz. Örneğin, çocuğunuz büyüdü ve okuldan sonra karşıdan karşıya geçip eve yürüyebilecek durumda. Anksiyete için her türlü ortam hazır;
- Yıllar önce deneyimlediğiniz korku dolu karşıdan karşıya geçiş deneyimi
- Çocuğunuzun dikkatli olup olamayacağından emin olamama korkusu
- Benzer deneyimlerin yetersizliği
Bu problemi çözmek için bazı bilgilere sahip olabiliriz; örneğin gizli gizli çocuğunu takip edebilirsin. Nasıl davranış sergilediğine dair bilgi sahibi olduktan sonra gün be gün onun okula gidiş ve dönüşleri PFK için yeterli deneyime dönüşerek anksiyeteyi azaltır.
”Evet, anksiyete evrimsel eklentimiz. Korku temelli öğrenme sürecimiz belirsizlikle bir araya gelince, PFK diğer bilgileri almaya gerek duymaz. Bunun yerine o anda ne varsa alır ve kullanır; endişeyi bir biri içine geçirip adrenalin fırınını ateşleyerek istemediğiniz kadar ekmek pişirir; anksiyete ekmekleri. Ekmeğin yapım aşamasında beynimiz minik bir parça hamuru saklar ki daha sonraki ekmeklerin yapımında kullanabilsin. Bundan sonra bir şeyler planladığımız zaman; beynimiz akıl dolabından anksiyete başlatanı bulup çıkartarak karışıma gerekli içeriği ekler. Bu içerik içinde mantık, sabır ve bilgi toplama işlemi geri planda kalır.” diyor Judson Brewster
Bu sana tanıdık geldi mi?
Farkındalık olmadan yaşadığımız deneyimler bizi anksiyete batağına daha hızlı sürükleyebilir çünkü sürekli bilgi eksikliği ve sabırsızlık (istediğimiz zamanda olmadığında) ile hareket etmeye çabalarız.
Sizce anksiyetenin başlamasına engel olabilir miyiz?
Hareket etmek, zihnin dalgalarını sakinleştirmek ve dinginlikle farkındalığı arttırmak için yardımcı oluyor.